İslam davetinin, otoritelerinin de ortadan kaldırılmasını da hedeflediğini anlayan Mekke mele’leri (ileri gelenler) , bunun önüne geçmek için resule ve diğer Müslümanlara karşı hakaret ve baskı dolu bir kampanya başlatırlar. Buna rağmen Müslümanlar, Allah’ın ayetlerini onlara “Okumaktan” geri durmazlar. Lakin içinde bulundukları baskı ve zulüm, nihayetinde birer beşer olan Müslümanları sıkmaya, zorlamaya başlar. Buna karşı Allah Kur’an’da onlara şöyle seslenir:
“And olsun Asra ki, insana şüphesiz hüsrandadır. Ancak iman edip Salih amel işleyenler, birbirlerine Hakkı ve Sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır. ” ( Asr/1-3)
Böylece Allah, her konuda olduğu gibi, ” Tebliğ” de de “Sabır” ister Müslümanlardan. Bir sure sonar Nuh (a.s) kıssasını indirerek, Nuh kavminin, peygamberlerine karşı olumsuz tavırlarını ve akıbetini anlatır, muhatapları uyarır.
Aynı zamanda “Okuma”da “Sabr” örneği olarak Nuh’u@ zikrederek, resul ve Diğer Müslümanların karşılaştıkları engellere bakarak eylemlerinde gevşememeleri öğütlenmiş olur. Yanı sıra Yunus (Zü’n-Nun) kıssasını indirerek “Okuma” tebliğ eyleminde “Sabr” etmeyerek toplumunu terk eden peygamberin hatası belirtilerek, Muhammed@ ve sahabesi aynı yanlış davranıştan sakındırılır.
Nuh kavminin durumu:
Allah’ın beyanına göre Nuh kavmi, çeşitli İlahlara tapan, Şirk içersinde bir kavimdir. Kavim, ekonomik ve siyasi olarak sivrilmiş olan ve Allah’ın Kur’an’ı Kerim’de ” Mele” ileri gelenler olarak adlandırdığı kimselerin istekleri doğrultusunda yaşamaktadır. Onlarca dünya hayatının amacı yalnızca servet biriktirmek ve güçlü olmaktı. Halk bu yönde özendirilmekteydi. Bu durum, Nuh peygamberin dilinden şöyle ifade edilir. “Rabbim doğrusu bunlar bana isyan ettiler, malı ve evladı kendisinin sadece hüsranını arttıran kimseye uydular, birbirinden büyük düzenler kurdular. Dediler ki: Sakın ilahlarınızı bırakmayın, Veed, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nesr’i asla terk etmeyin. Böylece birçok kimseyi yoldan çıkardılar.”
İşte Allah kendisi de böyle bir ortam içinde yaşayan Nuh’u resul olarak seçer.”Andolsun, Nuh’u da kendi toplumuna gönderdik.”Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah’tan başkasına kulluk etmeyin! Doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum” dedi. ”
Kendilerine daha önce resul gönderilip inzar edilmemiş bir toplumda, artık Hakk-batıl mücadelesi başlamış, insanlar imtihana alınmıştır. Nuh, insanları sadece Allah’a kulluk etmeye, taptıkları ilahlardan yüz çevirmeye çağırmaktadır. Kavmi şaşırıp kalmıştı buna. Daha düne kadar onlar gibi yaşayan Nuh, toplumsal yapıyı değiştirmek istiyordu. Tüm topluma karşı çıkma cesaretini nereden almıştı bu adam!
Öte yandan, “ileri gelenler” ilahlarına yapılan saldırılara sessiz kalamazlardı. İlahların terk edilmesi, kâfirlerin otoritelerinin ve toplum üzerindeki sömürülerinin de tehlikeye düşmesi demekti. Bu nedenle Nuh’a yüklendikçe yüklendiler. Halkın ona itibar etmemesi için var güçlerini kullandılar. Dediler ki:” Seni de ancak kendimiz gibi bir insan görüyoruz.” (11/27) “Bu da sizin gibi bir insan, ama size egemen olmak istiyor. Allah dileseydi melekler indirirdi.”(23/2)
Egemenlikleri ve çıkarları tehlikeye düşen “ileri gelenler”, çamur üstüne çamur atmaya, Allah’ın insanlardan bir resul göndermesinin anlamsız olduğunu söylemeye başlarlar. Nuh’un çabasını, “yönetici olma çabası” olarak göstermeye çalışırlar. Böylece, davanın “ilahi” yönünü halktan saklamaya uğraşırlar. Hâlbuki Nuh, emin bir resuldü, yalan ona yakışmazdı. Kendini olduğundan başka gösteremezdi. “sivrilme” amacında olsaydı daha başka yollar denerdi bunun için. Mesela yanına, basit görüşlü ayak takımını! Değil, aydın ve güçlü kimseleri toplardı. Oysa o, Allah’ın ayetlerini okuyordu onlara. Çünkü Allah, insanların servet ve güçlerine değil, iman ve amellerine göre değer biçiyordu.
Bütün bu hamlelere rağmen Nuh’un tavrını değiştirmeyen “ileri gelenler”, kendisi gibi değerli! Bir insanın, bu “basit’ görüşlü “ayaktakımı” ile birlikte hareket etmesini onun şanına! Uygun görmezler, onları etrafından kovması gerektiğini telkin ederler. Nuh, bunlara karşı şöyle cevap verir: “Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum. “(11/29) “Ben iman eden kimseleri kovacak değilim. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” (26/114-115)
Nuh@, sonuna kadar müminleri savunur, Onlara kol-kanat gerer. Onların hesabının Allah’a ait olduğunu, kendisinin sadece uyarıcı olduğunu defalarca söyler. Mal-mülk için davasından taviz vermesinin mümkün olmadığını ısrarla beyan eder. “Ey kavmim! Allah’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah’a aittir.” (11/29)
Böylece yıllar geçer. Hz. Nuh, her fırsatta insanlara Allah’ın risaletini bildirme-ulaştırma çabası içindedir; “Rabbim! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz çağırdım.”(71/15).
“Onlara açıktan açığa, gizliden gizliye söyledim.”(71/8-9) “Andolsun ki biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik de o bin yıldan elli yıl eksik bir süre onların arasında kaldı.”(29/14)
950 senelik çok uzun bir tebliğ dönemine ve Nuh’un tüm çabalarına rağmen kavminin büyük çoğunluğu dinlerinde ısrar ederek muhalif kaldılar. Etrafında bir avuç mümin toplandı. Hafta oğlu ve karısı bile iman etmedi. Nuh’un davetine karşı kavmi, “parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inatlaştılar, büyüklendikçe büyüklendiler.”(71/7) “Fakat benim davetim, ancak kaçmalarını arttırdı. ” (71/6)
Saflar kesin olarak ayrıldı, iş “ölümle tehdit” noktasına geldi:” Ey Nuh, bu işe son vermezsen taşlananlardan olacaksın.”(26/116) “Bizimle tartıştı, hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen bizi tehdit ettiğin azabı getir.”(11/32).
Çaresiz ve bitkin düşmüştü Nuh, dayanacak gücü kalmamıştı. Sığınabileceği tek melceye Allah’a sığındı ve şöyle yalvardı: “Rabbim! beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.” (23/25) “Benimle onların, arasında Sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar.”(26/118)
Kâfirlerin, yıllar süren inat ve kibirleri yüzünden işledikleri kötü fiiller, basiretlerini köreltmişti. Artık haklarındaki hüküm gerçekleşmek üzeredir. Allah, Nuh’un duasına şöyle icabet eder: “Senin kavminden iman etmiş olanlardan başkası (bundan sonra) iman etmeyecek. Onların yapa geldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap… “(11/36-37)
Mücadelede yeni bir aşamaya geçilmişti. Allah Nuh’tan bir gemi yapmasını istemekteydi.”(Nuh) Gemiyi yaparken, milletinin ileri gelenleri, yanına her uğradıklarında onunla alay ederlerdi.” (11/38) Onlar alay ede dursunlar, gemi bitirilmiş, “Tennur”dan sular fışkırmaya dökülmeye başlamıştı. Allah, Nuh’a daha önce şöyle vahyetmişti: “Emrimiz gelip tennurdan sular kaynamaya başlayınca, her şeyden ikişer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş olanları gemiye bindir.
Sular yükselmeye, gemiyi kaldıracak seviyeye gelmeye başlamıştı. O esnada Nuh, oğlunu gördü. Allah’ın, “aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında” emrine rağmen babalık yüreği dayanamadı, onu da gemiye çağırdı: “Ey oğulcuğum, bizimle beraber gel, kâfirlerle birlikte olma.” (11/42) Basireti körelmiş, kâfirlerden biri olan oğlu şöyle cevap verdi: “Dağa sığınırım, o beni sudan kurtarır. Bugün acıdığı hariç, O’nun emrinden koruyacak hiçbir şey yoktur. Aralarına dalga girdi ve o da boğulanlardan oldu.” (11/43)
Nuh (a.s), dayanamadı, Rabbine seslendi. “Rabbim, oğlum benim ehlimdendi. “(11/45) Resul olan bir baba bile, Allah’a isyan eden oğlunu kurtaramamıştı. Hz. Nuh’un yaptığı, “Kan bağına” dayalı duygusal harekete Allah, şöyle cevap verdi: “Ey Nuh, O SENİN EHLİNDEN SAYILMAZ, çünkü (onun yaptığı) Salih olmayan bir ameldir. Öyleyse bilmediğin bir şeyi Benden isteme. Cahillerden olmaman için sana öğüt!..”(11/46)
Bu ifade, kıyamete kadar gelip geçecek tüm müminlere de bir uyarı, bir ihtardır. Müslüman olmayanın, peygamber soyundan bile gelse bir diğeri yoktu, olamazdı. İnsanı ahiret’te kurtaracak olan ancak “Selim bir kalb”, (derin bir iman) ve buna dayalı amellerdir.
Allah’ın nezdinde kâfirlere şefaatçi yoktur herkes, ancak yaptığı amellerin karşılığını alacaktır. Kâfirler için resul babası veya resul oğlu ya da resul eşi olsa bile hiçbir şefaat, fidye ve araçlar kabul edilmez. “Allah kâfirlere Nuh’un karısıyla, Lut’un karısını misal gösterir. Bu ikisi kullarımızdan iki Salih kulun (nikâhı) altında idiler, fakat onlara ihanet ettiler. Kocaları, Allah’tan (gelen) hiçbir şeyi onlardan savamadı. (onlara): “Cehenneme girenlerle beraber sizde girin” dendi. (66/10)
Tufan
Böylece tufan gerçekleşmiş Allah’ın kâfirler hakkındaki hükmü gerçekleşmişti. Tufan’ın tüm dünya’yı mı kapsadığı, yoksa sadece Nuh kavminin yaşadığı bölgeyi mi içine aldığı hakkında değişik görüşler ileri sürülebilir.
Her şeyden önce kıssanın odak noktası “Tufan” değil, mü’min ve müşriklerin vahye karşı aldığı tavırlardır. Tufan olayı Hz. Nuh’un verdiği uzun mücadelede kafirler aleyhine gerçekleşmiş bir sonuçtur ve kıssanın sadece bir bölümünü oluşturmaktadır.
Tufan’ın ister tüm dünya’ya şamil olduğuna, isterse yöresel olduğuna inanalım, bu bizim için “imanî” bir zaaf teşkil etmez. Ancak gaybî bir olay olan tufan üzerinde sonuç getirmeyecek tartışmalara girmek bizi özden cüze; hidayetle ilgili içerikten gereksiz ayrıntılara çekeceğinden “Gabya taş atmaktan “(18/22) vazgeçmeliyiz. Gaybî olayların Kur’an’da gereği ve yeteri kadar verildiğine inanıyor ve bu konuda şu Kur’an’i ilkeyi benimsiyoruz. “(İnsanların kimi:) “Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir” diyecekler; yine: “Beş kişidir; altıncıları köpekleridir” diyecekler. (Bunlar) bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (Kimileri de:) “Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir” derler. De ki: Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında
(ileri-geri konuşan) kimselerin hiçbirinden malumat isteme.” (18/22)
İnkarcıların polemik için yaptıkları boş tartışmalara dalıp Kur’an’ın çerçevesini aşacak zannî bilgiler üretmememiz, onun sınırlarında durmamız gerekmektedir.
Sonuç
Sonuç olarak Nuh kıssasının vahye muhatap olanlara vermek istediği mesaj ve dersleri şöyle sıralayabiliriz.
a-Nuh’un@ risaletle görevlendirildiği esnadan başlayarak giriştiği tebliğ eylemindeki metodu: “GECE GÜNDÜZ ÇAĞIRDIM ONLARI, AÇIKÇA DA SÖYLEDİM, GİZLİCE DE ”
b-Kafirlere yaranmak için taviz verilmemesi Müslümanların bütünlüğünün korunması gerektiği: “BENİM ÜCRETİM ALLAH’A AİTTİR. MÜMİNLERİ KOVACAK DEĞİLİM.”
c-Mücadelede sürekli direniş; sonucun Allah’a havale edilmesi gerektiği.
d-Hidayet ve zafer, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Bu yüzden, Müslümanların sayılarının azlığı ve dünya’da kâfirlere galip gelememeleri yenilgi değildir. Mühim olan, muhataplara Allah’ın mesajını iletmek hususunda tüm çaba ve gayreti göstermektir. Bize düşen, Hakkı ortaya koymak, Kur’an’a uyanları, azabı müthiş bir gün ile uyarmaktır.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder