1- Hz. Muhammed'in nübüvvetini isbat etmek. Peygamberimiz gibi kavmi de, geçmiş peygamberlerin ve ümmetlerinin durumlarına vâkıf değildi (Yusuf, 12/102; Kasas, 28/44-46). Böyle olduğu halde, onları Kur'ân vasıtasıyla doğru bir tarzda anlatması, Allah'ın vahyine mazhar olduğunu gösterir. Kur'ân'da anlatılanların kısmen Tevrat kıssalarına benzemekle beraber, bazan önemli hususlarda onlardan ayrılması, hele o ayrıldığı hususların yanlış olup yakın zamanlarda (ancak muâsır dönemde) yanlışlıklarının anlaşılmış olması, kat'î olarak vahy olduğunu gösterip hiçbir şüpheye yer bırakmaz.
2- Bütün peygamberlerin İslâm'ı tebliğ ettiklerini göstermek. Bu gerçeği pekiştirmek için Kur'ân, peygamberlerin kıssalarını, birçok durumda peş peşe serdeder. Enbiya sû»resinin 48-92 pasajı bunun güzel bîr örneğini teşkil eder ve son âyet bu uzun anlatımın asıl gâyesini bildirir: "Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir (dininiz bir tek dindir); Ben de sizin Rabbinizim. O halde (başkasına değil) yalnız Bana kulluk edin." Tâlî gâyelere ise, kıssaların arasında temas edilmektedir. A'raf, 7/59-85; Hû»d, 11/25-99; Şu'ara, 26/10-191 pasajları da bu mahiyettedir.
3- Muhatapların ders almalarını sağlamak. İnsan, kıssalarda anlatılan iyi kişileri takdir edip onlara benzemek ister; kötülerden nefret edip huylarından sakınmak lüzumunu hisseder. Çünkü tarihin işleyişinin, her iki grubun âkıbetlerini açıkça ortaya serdiğini görür. Toplumlar çeşitli özellikleriyle, sadece tarihin uzak bir köşesinde gelip geçmiş birer kavim değil, örnekleri her zaman bulunabilecek birer tip olarak arzedilmektedirler.
İbretin bir başka nevi, özellikle peygamberlerin mû»cizelerinde rastlanan, ilmî gelişmeyi teşvik edici nitelikteki işâretlerde tezâhür eder. Herbir âyetin, çeşitli irşad vecihlerini ihtiva edebileceği, İslâm âlimlerince kabû»l edilmektedir.Ayetlerde delâlet kuvveti farklı olan çeşitli mâna tabakaları bulunabilir. Peygamberlerin manevî faziletlerinin anlatılmasıyla muhatap, onların kemallerinden yararlanmaya teşvik olunduğu gibi, onların mû»cizeleri anlatılmakla peygamberleri bu sahada da örnek almaya zımnen teşvik edilmiş olabilir.
için tıklayın..
Sebe', 34/12 âyetinde, "Sabah gidişi bir aylık mesafe, akşam dönüşü bir aylık mesafe olan rüzgârı, Süleyman'a musahhar kıldık ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık" buyurulur. M. Hamdi Yazır bu âyete göre, Hz. Süleyman'ın bir günde asgari 1.800 km. mesâfe kattettiğini hesaplar. Bu âyetten aero-dinamik kanunlardan faydalanmaya gizli bir teşvik sezilebilir. Zira -mucize olmasına rağmen- Hz. Süleyman bu işi vâsıtasız yapmış değildir, hava (rîh, rüzgâr) vasıtasıyla, havanın özelliklerinden istifade ederek gerçekleştirmiştir. Havanın hareket kanunlarına dikkat çekmek hikmeti olmasaydı, Allah Tealâ onu vasıtasız olarak o mesafelerden aşırtır ve Kitabında da havayı sebep kılarak bu mucizeyi gerçekleştirdiğini bildirmezdi. Ayetin son kısmı, bakırı sel gibi akıtmayı, Hz. Süleyman hakkında ilâhî bir lütuf olarak zikretmektedir. Az önceki 10. âyette de Hz. Dâvud'a "demirin yumuşatıldığı" beyân buyurulur. Muhakkik müfessirimiz M. Hamdi Yazır, naklettiği diğer tefsirleri zayıf bulduğuna işâret etmek ve âyetteki ilmî irşada dikkati çekmek için, "Biz, bunun bir atiyye-i ilâhiyye olan bir ilm u san'atla akıtılmış olmasını daha ehemmiyetli buluyoruz" der.(2) Böylece Kur'ân-ı Kerim, demiri işletmeyi ve bakırı eriterek sel gibi akıtmayı, bu âyette büyük bir ilâhî lütuf olarak bildirmekle, madenleri bulup işletmenin, sanâyiin ve maddî kuvvetin esası olduğuna işâret ve bu nimetten istifadeye teşvik etmektedir.
4- Kıssalar, Hz. Peygamber'in ve müminlerin kalblerini takviye ederler. Tebliğ külfetinde karşılaştıktan meşakkatlere sabır ve hizmette sebat etmelerini kolaylaştırırlar. Çekilen çilelerden sonra Allah'ın nusratının, önceki peygamberlere ve cemaatlerine geldiği gibi, Kur'ân'a tâbi olanlara da geleceği anlatılmak istenir.
5- Nimeti bildirip hatırlatmak. Allah'ın, nebilerine ve seçkin kullarına ihsan etmiş olduğu nimetler de, kıssalarla bildirilir ve hatırlatılır. Hz. İbrahim, Yunus, Mû»sâ, Dâvû»d, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahya, İsa (onlara salat ve selam olsun) kıssalarında olduğu gibi. Bazı yerlerde, bu peygamberlerin kıssalarından birkaç halka gelir ve oralarda nimet, çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Orada nimetin meydana çıkması, birinci gayedir; kıssanın öte tarafı ise, bu gayeyi belirtmek için serdolunmuştur. Böylece Allah'ın, Kendisine olan bağlılığı ve itaati mükâfatsız bırakmayacağı bildirilmiş ve insanlar da, onlara benzemeye özendirilmiş oluyor.
6- Şeytandan sakındırmak. Kıssaların gayelerinden biri, şeytanın aldatmasına karşı Ademoğullarını uyarmak, Şeytanla kendilerinin arasında, işin başından beri sürüp gelen düşmanlığı belirtmektir. Bu düşmanlığı kıssa aracılığı ile göstermek, daha etkili olur. Böylece nefiste, şerre çağıran vesveselerin önünü almak, daha çok mümkün olur. Bu, ebedî bir mesele olduğundan, Hz. Adem ile İblîs kıssası bir çok yerde tekrarlanmış, böylece çarpışmanın, baştaki cüz'î hadiseye münhasır kalmayıp, bütün kâinatta ve her insanın benliğinde her an devam ettiği vurgulanmış oluyor.
için tıklayın..
7- Münferit meselelerin arkasındaki genel prensipleri ortaya koymak. Kur'ân kıssalarında geçen bazı hususlar vardır ki, bunların cüz'î meseleler olduğu sanılabilir. İlk anda, Kur'ân'ın bunları nakledişinde, tarihî bir olayı anlatmaktan başka bir fayda gözetmediği düşünülebilir; ve o küçük mesele üzerinde ısrarla durmasına anlam verilemez. İsrailoğullarının ünlü "bakara"sı, buna güzel bir misaldir. Kur'ân-ı Kerim bu "bakara"nın ayrıntıları üzerinde o kadar durmuştur ki, en uzun sû»re, adını bundan almıştır. Halbuki şöyle düşünecek olursak bakarayı (sığır) kesmek üzerindeki ısrarın, oldukça hikmetli olduğunu anlarız: Eskiden ziraatın başlıca aracı sığır cinsi olduğundan, Mısır'da olduğu kadar dünyanın öteki bir çok bölgesinde de sığır cinsi takdis ediliyor ve tanrılaştırılıyordu. İşte Kur'ân, öbür milletler meyanında İsrailoğullarının da içlerinde yer etmiş(3) olan bakar'a tapma sapıklığının, Hz. Mû»sâ'nın Allah tarafından gönderilmesiyle, bir sığırın hadiseli boğazlanışıyla ortadan kaldırıldığını, bu sapıklığın insanlığın önemli bir kesiminin istidadında yer etmiş olan çok yaygın bir şirk şekli olduğunu böylece anlatmış oluyor. Bu da gösteriyor ki, Kur'ân-ı Hakîm'de, tarihî bir olay görünümü veren bazı münferit hadiseler, bazan birtakım genel prensiplerin ipuçları durumundadırlar. Hz. Adem'in meleklerle olan durumu, meleklerin yeryüzünde Adem gibi bir halifenin yaratılmasını istemeyişleri olayı, müteşabih, anlaşılması güç, sırf gaybî olan bir meseledir. Kur'ân, Hz. Adem'in meleklere üstün gelişini, "Allah'ın ona, bütün isimleri öğrettiği" (Bakara, 2/3l) cüz'î hadisesine dayandırır. Fakat bu küçük olay, aslında genel bir kanunun habercisidir. Hikmetli Yaratıcı, insan türüne sınırsız yetenekler verdiğini, böylece onun, Allah'ın halifesi olmaya hak kazandığını bildirmiş olmaktadır. İşte Hz. Adem'den beri beşerî birikimin meydana getirdiği ve getireceği binlerce bilim ve fen, bu gerçeğin tefsiri durumundadır.
Keza İblîs'in, Adem'e secde etmemesi münferit gaybî hadisesi, çeşitli yerlerde değişik üslû»plarla tekrar edilir. Bu da insanlık dramında müşahede olunan genel bir gerçeği işaretlemektedir. Kur'ân, meleklerin Hz. Ademin şahsına boyun eğdiklerini bildirmekle, kâinatın maddî nevilerinin olduğu gibi onlara müvekkel olan manevî temsilcilerinin de insana inkiyad ettiğini anlatmaktadır. Ayrıca, Şeytanın Hz. Adem'in üstünlüğünü kabul etmediğini bildirmesiyle de, Ademoğullarının yeteneklerini ve fıtratlarını bozan, onları yanlış yollara QÖTüren maddî ve manevî şer unsurlarının, insanlığın mümkün ve mukadder kemaline ne büyük bir engel ve düşman olduklarını hatırlatmaktadır. Böylece Kur'ân, yalnız Adem ile İblîs'in münferit bir hadisesini anlatıyor görünürken, gerçekte bütün kâinatla ve bütün Ademoğullarıyla konuşmaktadır. Firavunun, vezirine: "Ey Hâmân, bana yüksek bir kule yap!" (Gâfir, 40/36) sözünden, Mısır firavunlarının dağsız bir düzlükte yaşadıklarından dağların özlemini duyduklarını, adlarını ebedileştirmeyi, bu muazzam piramitleri inşa ettirmekte sandıklarını; "Bugün senin bedenini kurtarıp koruyacağız" (Yû»nus, 10/92) ayetinden de, tenasüh fikrine saplanan firavunların, cesetlerini mumyalattıklarını çıkarmak mümkündür.
Bu tür misaller çoğaltılabilir. Kıssaların belli başlı amaçlarını böylece sıraladıktan sonra, birtakım tali gayelerinin de bulunduğunu, sadece hatırlatmakla yetiniyor ve kıssaların özelliklerine geçmek istiyoruz.
için tıklayın..
için tıklayın..
için tıklayın..
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder