Kıssa Nedir

Dildeki anlam kayması sebebiyle, "kıssa" kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'in indirildiği çağdaki mânasını az çok değiştirerek, "hikâye" ile eş anlamlı sayıldığından, kimi okuyucuların da böyle telakki etmeleri normaldir. Bundan dolayı önce, "kıssa"nın eski Arapçada ve özellikle Kur'ân'da taşıdığı anlam üzerinde durmamız gerekmektedir.



"Kassa" ve "el-kasas", bir kimsenin izini sürüp ardınca gitmek mânasına gelir ki, Arapçadaki "kassa el-eser" sözünde bu anlam vardır.

Ferteddâ alâ eserihimâ kasasâ (Kehf, 18/64) ve Ve kalet liuhtihî kussîhi (Kasas, 28/11) âyetlerinde de KSS kökü, aynı anlamda kullanılmaktadır. Kelimenin ikinci mânası, "bir adama bir sözü beyan edip bildirme" yi ifade eder. Kur'ân'da geçen Nahnü nekussu aleyke ahsenel-kasasi (Yusuf, 12/ 3) tabirinde bu anlam bulunmakta ve "Biz, sana en güzel bir tarzda açıklayıp bildiriyoruz" mânasına gelmektedir. Kelime, bu son anlamda kullanıldığında, normal olarak alâ edatı ile müteaddî olur; Kur'ân'da, çoğunlukla bu şekilde gelmiştir. "Allah, hakk ve hakikati tam bir şekilde bildirir." (En'âm, 6/ 57) veya peygamberlerin, insanlara Allah Teâlânın âyetlerini bildirmelerini ifade eden Yekussû»ne aleyküm âyâtî… (En'âm, 6/130) gibi âyetlerde, kelimenin bu anlamı açıkça görülür. Böylece, kassa fiili, "bir kimseye veya bir şeye ait hâdiseleri adım adım izleyerek noktası noktasına bildirdi" demek olur ki, kelimenin üçüncü anlamı olan "anlatmak, hikâye etmek" şeklindeki daha sonraki kullanılışı, birinci ve ikinci anlamlar sınırlamaktadır. Bu fiilden gelen el-kasas, aslında isim olup, masdar yerine de kullanılmaktadır; aynı mânâya gelen kıssa ismi ile onun çoğulu kısas, Kur'ân'da geçmez.



Şu halde, bu kökün konumuzla ilgili kullanılışı, Kur'ân'da şunu anlatmaktadır: Geçmiş eserleri, izleri açığa çıkarmak, bu suretle insanların unutmuş bulundukları veya gafil oldukları olayları dikkatleri üzerlerinde yoğunlaştırmak. İşte bundan dolayıdır ki, bu iş için "hikâye" lafzını ıtlak etmek doğru olmaz; zira "hikâye", gerçekte vaki olmamış durumlar için de kullanılabileceği halde, "kıssa" geçmişte gerçekleşmiş, fakat unutulmuş olayları, doğru bir biçimde bildirerek, ders almaları için insanları o zamanda yaşatmayı amaçlar.

Mesel ile kıssa arasındaki farkı açığa çıkarmak için, kısaca diyelim ki: Mesel'den gaye, anlatılmak istenilen durumu, açıkça hissettirmektir. Meseller, tabiî hayatta tekrarlanıp durduğundan, onların aynıyla gerçek olmaları şart değildir. Kur'ân'da geçen köle ile hür (Nahl, 16/75), yahut "biribirine rakip efendilerin arasında bölünen köle" (Zümer, 39/29) gibi örnekler, mesellerden ibarettir. Halbuki, mesela enbiya kıssaları böyle değildir.

Kur'ândaki kıssaların gerek konularında, gerek anlatımlarında ve gerekse kıssalardaki olayların yönetilmesinde, sırf bir sanat hadisesi söz konusu değildir. Kıssa, Kur'ân'ın esas hedeflerini gerçekleştirme vesilelerinden biridir. Kur'ân-ı Kerim, herşeyden önce, bir dinî davet ve tebliğ kitabıdır. Kıssa da, bu daveti duyurma ve tebliği benimsetme araçlarındandır. Fakat, kıssaların dinî gayeye hizmet etmesi, onların verilmesinde sanat özelliklerinin görünmesine engel olmaz. Kur'ân'ın ifadeleri, ortaya koydukları sahnelerde dinî gaye ile edebî gayeyi birleştirir ve insan ruhuna, sanat güzelliği ile hitab ederler. Bu yüksek sanat özelliğini idrak etmek ise, muhatabı, dinî tesiri almaya hazırlar. Fikrî temasların ciddiyeti içinde, muhataba mesaj ulaştırmak, ekseriya kolay olmaz. Çünkü bu durumda muhatap ruhunun bütün savunma mekanizmalarını harekete geçiren bir tavır takınır, itiraz için bir kedinin avını kollayışı gibi pürdikkat kesilir. Oysa, edebiyatın büyüsü ile fikir, duygu içinde eritilmiş olarak sunulabilir. Üstün edebiyat eserleri, gerçekleri bedahet haline getirirler. Sunulan fikirler, aklen ispatlanmaya lüzum kalmaksızın muhataba mal edilir. Fransız şairi Verlaine'in bir mısraının tercümesi olup, bizde de tekerleme haline gelen "Gerisi edebiyattır (Et tout le reste est litterature)" sözünde veya "edebiyat yapmak" ve benzeri deyimlerdeki küçümseyici ifadeler, bayağı ve zorlamalı edebiyat örnekleri için geçerlidir. Yoksa, asil edebî zevk, insanlığın, her zaman için vazgeçilmez, bütünleyici unsurlarından biri olmuştur. Kur'ân-ı Kerim'in, bu anlamda bir kelam mucizesi olduğunu unutmamak gerekir.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder